Medyanın istediği konuda (şimdilik) özgür düşünüyoruz.

 


Dünden Bugüne Medya Siyaset ve Toplum 

Adnan Arıkanlı

1961 yılında nüfus müdürü "başımı belaya mı sokacaksın" diyerek kaydetmeyince geri dönen ve ertesi yıl gidip ısrarla adımı "Adnan" olarak yazdıran, önce Demokrat sonra da Adalet partili rahmetli dedeme gazete bayiinden önce Adalet sonraları Tercüman Gazetesi aldığım günlerden beri siyaseti ve siyasetçileri uzaktan izlerim. Fiilen içine girmeyi de hiç kendime göre bulmadım veya cesaret edemedim ya da korktum.


1975'lerden itibaren, iktidarlar sırasında ve değişikliklerinde nelerin yaşandığı, nasıl icraat yaptıkları,nelerin icraat olarak algılandığı veya icraat adıyla topluma sunulduğu, iktidar ve muhalefettekilerin siyasi söylemlerinde kullandıkları siyaset dili büyük ölçüde hafızamdadır.


Örneğin; 1978 yılında ilçemiz Manisa Selendi'deki kaymakamın (Rahmetli Veysel Atasoy) milliyetçi olduğu için 2 günde Muş İlinin Varto ilçesine nasıl tayin edildiğini/ettirildiğini; yine aynı dönemde Adalet Partisinin ilçe başkanı ile yakın dost oldukları gerekçesiyle camideki gariban imamın, benim de ilkokul çağında yazları öğrencisi olduğum Kuran kursundaki hocanın bizim ilçeden alınıp Uşak ilinin bilmem ne ilçesinin bilmem ne köyüne tayin edildiğini/ettirildiği; iktidar değişikliği ile birlikte ve neredeyse hemen, bölgenin en eskilerinden olan Manisa imam Hatip Lisesi'nin müdürlüğüne TÖBDER yönetim Kurulu üyesi bir Fen Bilgisi öğretmeninin atanması ve milliyetçi-muhafazakar oldukları için adeta imam hatip lisesi2nde bulunmaları sakıncalı(!) görülen meslek dersi öğretmeni yöneticilerinin de başka okullara gönderilmesini; en önemlisi de bir öğretmen, bir imam, bir müdür tayin ettirmenin halk nezdinde "İCRAAT" olarak algılandığını veya öyle PAZARLANDIĞInı; tüp, yağ kuyruklarının olduğu aynı dönemde hükümetin bazı bakanlarının israf gerekçesiyle Mercedes'i bırakıp Renault'a bindikleri ve TBMM'nde bunun bir aldatmaca olduğu şeklinde tartışmaların yaşandığını; samimiyetle miydi bu davranış yoksa reklam mıydı bilemem ama onlar küçücük içine zor sığılan otomobili makam aracı yaptığını söylerken, aynı kabinenin bir başka bakanının makam odasına modern banyo bölümü yaptırmasının (1978) kamuoyuna yansıdığını ve daha pek çok şeyi herkes gibi ben de ha-tır-lı-yo-rum.
Siyasilerin kullandığı dili de...


Örneğin siyasi liderlerin aynı hükümette ortak olmalarına rağmen muhalefeti eleştirirken kullandıkları argümanların birbirine hiç benzemediğini, keza muhalefet olup iktidara yüklendiklerinde de aynı şekilde gündemlerinin, referans ve önceliklerinin kendi parti programları doğrultusunda ve çok farklı olduğunu ve dahi farklı cümlelerle eleştirilerini yaptıklarını hatırlıyorum.


12 Eylül dönemi, rahmetli Özal ve sonrasındaki yakın dönem siyaseti de, siyasetin dili de yine hepimizin hafızalarındadır.


Bugünlere gelmek istiyorum hemen ama bugünlere yaklaşırken örneğin, ana muhalefetin de destek verdiği gezi olaylarını hatırlayalım; o yıllarda hükümete en sert ton ve cümlelerle muhalefet eden sağ siyasi partiler, buna rağmen hükümete karşı girişilen ağaç ve doğa soslu gezi kalkışmasına hiç destek vermedi.


Dün kısmını uzatmadan bir de bugüne bakalım... Bugünden kastım son 2-3 yıl... Peki son 18 yıldır aynı siyasi parti iktidarda olmasına rağmen, siyaset sosyolojisi açısından ne değişti de son 3 yılda sağ ve sol tüm muhalefet partileri bu denli siyasi dil birliği, hedef birliği ve motivasyon ortaklığında buluştu veya buluşturuldu?


Tüm siyasi partilerin kurumsal kimliklerinden bağımsız olarak, şu soruyu elbette sormak gerekiyor: Ortaya çıkan veya ardından gidilen dil ve hedef birliği konusunda 15 Temmuz hain darbe girişimi bir sınır, bir paradigma değişimi veya kırılma noktası olabilir mi? Bu günkü tablonun oluşmasında, o başarısız darbenin ardındaki güçlerin doğrudan değilse bile sosyal medya örgütlenmesi ve yönlendirmeleri ile dahli olabilir mi?


İktidar ve muhalefetin 2018 seçimleri ile birlikte, aleni - örtülü ittifaklar çatısı altında bulunmaları bugünkü tabloyu açıklamak için yeterli mi?


Bugünkü tabloyu sadece ittifak olgusu ile açıklamak pek yeterli görünmüyor.


Siyasetimizin eski yıllarında da sağdan ve soldan bir kaç muhalefet partisi olurdu ama siyasi gelenekleri ve programları gibi, iktidara yaptığı eleştiriler ve kullandıkları dil de farklı olurdu.


Bugünkü fotoğraf ise çok daha farklı ve karmaşık.


Evet iktidar ittifakındaki taraflar da aynı dil ve referansları kullanıyorlar ama kendi içinde bir benzeşmeleri, siyaseten yakınlıkları var; Biri muhafazakar, diğeri de milliyetçi geleneğin temsilcisi... Dolayısıyla referansların çoğunun ortak olmasının anlaşılır bir gerekçesi olabilir bu yakın siyasi görüşler.


Diğer tarafta ise hiç benzerliği olmayan siyasi partiler, oluşumlar ve 60 yıllık geleneği olan milliyetçilerin/ülkücülerin bir bölümü.. Meclisteki grup konuşmalarında yapılan hükümet eleştirilerinin gündemi ve referanslar aynı... Bununla da sınırlı değil; basın ve diğer sosyal medya araçları üzerinden dolaştırılan, beğenilen muhalefet içerikleri de aynı... Uzun süredir sürdürülen "Diyanet konusu" bunun en belirgin örneği... Terör örgütünün güdümündeki siyasi partinin derdi de diyanet; solcusu, sağcısı ve kısaca muhalif olan diğerlerinin derdi de diyanet... Ya da başka konular ama hepsinin eleştirilerde kullandığı özne, motto aynı ve neredeyse cümleler,kelimeler birebir.


Bu tabloyu siyaset bilimi ve sosyolojinin verileriyle izah etmek, anlaşılır bulmak pek mümkün değil.


Öyle ki, milliyetçi veya milli görüşçü ama muhalif çizgide olan mecraların ürettiği haber ve içerikler; sol geleneği temsil eden ve daha da ilerisi terör örgütlerine yakın olmakla suçlanan gazete, internet haber sitesi ve sosyal medyadaki taraftarlarınca çoğaltılıp yayılıyor... Tam zıt cephede olan ve öteden beri sol olarak bilinen, hatta bir kısmı terör örgütü ile iltisaklı olarak nitelenen ve yayınları zaman zaman bu gerekçe ile durdurulan mecralar tarafından üretilen içerikler veya yapılan haberler de, milliyetçi fakat iktidara muhalif basın tarafından alıntılanıp, yayılıyor...


Ya da tek merkez veya bir kaç odak tarafından üretilen içerikler (bu kanaati güçlendirecek çok fazla örnek var); milliyetçi,milli görüşçü,ulusalcı,fetöcü,terör örgütleri yandaşı vs vs. tüm muhalifler arasında dolaşıyor, yeter ki muhalefet olsun saikiyle sorgulanmadan yayılıyor.


Geçmişte de siyasetçiler ve liderler arasında çok daha sert tartışmalar yaşanırdı... Buna rağmen sertliğin toplum katmanlarına o ölçüde yansımadığını hatırladığımızda, bugünkü tablonun "hayra alamet bir durum olmadığı" tespitini yapmak yanlış olmaz.


Hemen denilebilir ki; bunun mesulü, milleti kutuplaştıran iktidar kanadıdır.. Ya da tam tersi, kurumsal kimlikleri ayrı olsa da tek ses gibi aynı dili kullanarak, aynı mottolarla ve aynı hedefe yoğunlaşmış muhalefet kanadıdır.


Bulunduğunuz yerden bakınca, haklı da olabilirsiniz... Lakin esas sebebin "kutuplaştıran iktidar ya da zıtlaştıran muhalefet" söyleminin daha da ötesinde olduğu bir gerçek.


Bu durumu açıklamak için; özellikle sosyal medya mecraları kullanılarak aynı gündemle meşgul, aynı hedefe yoğunlaşabilen ve belli konularda aynı anda harekete geçirilebilecek ve aynı tepkileri verecek tek tip bireyler ve onlardan müteşekkil gruplar oluşturma gayretinin sonucu olduğunu/olabileceğini gözden uzak tutmamak gerekiyor.


Bu tablo içinde olaylara, sadece bize ulaşan/ulaştırılan mesajlara bakmakla yetinmeyip konu ile ilgili olarak bize ulaşmayan haber ve bilgileri görmeden yani olaya biraz dışarıdan bakmadan gerçeğe ulaşmak mümkün değil.


Sadece bize ulaşan mesajlarla yetindiğimizde -ki bugün siyasi iletişim büyük ölçüde böyle yapılıyor; öteden beri dine mesafeli sosyalist,solcu olanlar ve bir kısım deistlerle birlikte hükümete muhalif milli görüş ve milliyetçi kesimin de neredeyse 15 günde bir diyaneti hedefe koymasını; diyanetin "VARLIĞINA KARŞI" olanlarla "YANLIŞINA KARŞI" olduğu varsayılanların aynı potada olmasını ve hatta eleştiride aynı dili kullanmasını anlamakta yetersiz kalırız... Keza ulusal ve uluslararası bir deneyimi olmadığı halde 38 yaşında devlette Müsteşar olmakla övünen veya taraftarlarınca bu yönüyle öne çıkarılan bir siyasetçinin, devlette çalışan 48-50 yaşlarında bir kişinin herhangi bir kurumun il müdürlüğüne atanmasını "liyakatsizlik, adam kayırma" olarak nitelemesini de objektif olarak değerlendirmemiz, doğruluk veya haklılığı/haksızlığını görmemiz mümkün olmayacaktır.


İkisini bir arada görmeden, bize mesaj olarak ulaşmayan bilgileri de tetkik etmeden karar vermek bizi her zaman yanıltabilir... Farklı bilgi kaynaklarına bakmayışımız dolayısıyla aynı kişiyi, bu ne perhiz ne lahana turşusu deme fırsatı bulamadan; hem "38 yaşında müsteşar olduğu için" hem de "48 yaşında birinin müsteşardan 5 kademe altta bir göreve atanmasını liyakatsizlik olarak eleştirdiği için" alkışlarız.


Sadece onu alkışlamakla kalmayıp sözünü ettiği, belki de kanuna, teamüle uygun olarak atanan eleştirdiği kişiye ve atayana hiç hak etmediği halde lanet edebiliriz.


Bu sadece akla gelen bir örnek; bana/bize mubah ama başkasına haram türünde söylemin benzerleri çok fazla.


Sonuç olarak algımızı/irademizi sadece sosyal medya araçlarının/gruplarının veya taraftarlaşmış internet mecralarının bize ulaştırdığı mesajlarla sınırlı tutarak hüküm kurmaya kalkarsak, zalimi alkışlayıp mazlumu lanetlememiz işten bile değil.


Hatta sonrasında gerçekle karşılaştığımızda bile, onun gerçekliğini tanıyamaz ve gerçek olduğunu kabul edemez hale gelmemiz de.


Günümüzde yapılan araştırmalarda, bireylerin birtakım konuların görece önemini, o konuya kitle iletişim araçlarının ve özellikle de sosyal medya araçlarının verdikleri önem doğrultusunda öğrendikleri sonucuna varılıyor. Gündem belirleme modelinin çıkış noktası da “medya ne düşüneceğimizi söylemede henüz tam başarılı olmayabilir ancak ne hakkında düşüneceğimizi bizim adımıza belirlemede son derece başarılıdır” tezine dayanıyor. Sosyal medyanın çok yaygın olduğu günümüzde, "tezine"nin ötesinde "gerçeğine" dayanıyor demek daha doğru olur.


Bugün artık halkın gündemi, medyanın gündemi olmaktan çoktan çıktı... Medyanın ve özellikle de kendi içinde daha kapalı ve birbiriyle iletişim halindeki bireylerin genellikle aynı düşünceye sahip olması yönüyle görece daha korunaklı olan sosyal medya grupları ile sadece kendi taraftarlarınca takip edilen ve adeta bir WhatsApp grubu gibi işlev gören küçük internet sitelerinin gündemi, herkesin kendi taraftarı olan bireyler nezdinde ama adeta "toplum gündemi" oldu.
Ne yazık ki sözünü ettiğimiz araçlar/mecralar vasıtasıyla bize gelen mesajlardan oluşan bu gündemler, ne bizim ne de toplumun gerçek gündemi... Gerçek gündem ve doğru bilgiye ulaşmak artık daha fazla çabayı ve bize ulaşanlar dışında başka kaynaklara da göz atmayı gerektiriyor.


Sonuç olarak şunu söylemek mümkün; bireyler/vatandaşlar olarak "ne hakkında düşüneceğimiz" konusundaki irademizi maalesef başka güçlere, özellikle de sosyal medya ve ardındaki güçlere kaptırdık.


Bu mecraların nihai kontrolünü elinde tutanlar, bizi bizden iyi tanıyorlar artık ve dünyanın değişik ülkelerindeki siyasi partilere "ülkenizdeki seçmen davranışlarını etkileyecek verileri isterseniz size verebiliriz" teklifinde bulunabiliyorlar; teklifin ötesinde bu verileri siyasi stratejileri doğrulusunda istediğine sunuyorlar... Ticari alanda da tüketici davranışlarını ve değişkenlerini etkileyen verileri pazarlıyorlar tabii ki.


Sosyal medya mecraları böyle de konvansiyonel medya dediğimiz gazete ve televizyonlar farklı mı? Maalesef değil. Her dönemde ve bugün de "iktidarın borazanı" olarak adlandırılan TRT haber bültenleri ve bir elin parmaklarını geçmeyecek özel kanalların bültenlerinde "habere" rastlamak mümkün... İktidarı destekleyen veya iktidar muhalifliğini izhar eden çoğu televizyon kanalının bültenlerinde gerçek manada bir kaç "haber" yer alırken, geri kalan zamanın haber vermekle değil "mesaj vermekle" doldurulduğu apaçık görülmekte.


TRT, haber seçimi ve eşitlik konularında öteden beri ve bugün çoğu kez de haklı olarak eleştirilse de; en azından "mesaj değil haber veriyor olması" yönüyle hakkını teslim etmek gerekir.

Velhasıl tablo bu... "Ne hakkında düşüneceğimiz" bizim irademizden çıkmasına rağmen "Ne düşündüğümüz" hususundaki irademizi şimdilik muhafaza ediyoruz. Onu kaptırmamak hala bizim elimizde... Bu bağlamda, birey olarak ve toplum olarak medya okuryazarlığı konusunda bilgi sahibi ve duyarlı olup, bize sunulan her bilginin/verinin doğruluğunu araştırma ve yalın gerçeği öğrenme yollarını aramalıyız.


Aksi halde sosyal medyanın kolaylıklarından yararlanırken tahakkümüne de boyun eğip rüzgarın önündeki yaprak misali savrulup gitmemiz, hiç hak etmediği halde yanlışı alkışlamamız ve dahi yine hiç hak etmediği halde doğruyu ve mazlumu lanetlememiz işten bile değil.