Kimileri için bir gün sırası gelir

O büyük evet'i ya da büyük hayır'ı demenin

Kim ki evet'i yanında hazır

Hemen belli eder kendini ve der demez

geçer yoluna saygınlığın, kendi inancının

Hayır diyen pişmanlık duymaz bundan, bir daha

sorulacak olsa

-hayır diyecektir yine. Ve işte bu hayır-

Bu haklı hayır- ezip geçer onu hayatı boyunca



Hamit'in ilham perisinin Hugo ile Fuzuli arasında mekik dokuduğu tarihlerde İskenderiyeli şair Konstantinos Kavafis ilk şiirlerini bir Alman dergisinde yayınlıyordu. Aşinası olduğumuz Tanzimat sonrası kimlik bunalımları pek çok Balkan Halkları gibi bu Fenerli Rum ailesini de anaforuna katmış, çok dilli çok kültürlü ancak bir ömür acısını çekecekleri aidiyetsizlik sancısı ile illetli...

Akdeniz fırtınalarından kaçıp İskenderiye limanına sığınınca kendisi için bir kimlik de buldu- ya da üretti - "İskenderiyeli". Bir kent'i kendine bir gömlek gibi tek taraflı bir edimle giyemezsin şehir seni arzulamalıdır.

 
Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın.

Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde. 

 
1882 yılında kenti topa tutan Amiral Seymour'un hemşerisi bir başka İngiliz Lawrence Durrel yetmişbeş yıl sonra zihninde ve yazınında İskenderiye'yi yeniden kurduğunda "Kentin yaşlı ozanı" da kurgunun bir parçasıdır. Üstelik genç, ekşi gövdeler kendilerine bir çıplaklık ortağı aramaya başladığında kentin yaşlı ozanının gittiği kahvelerde,

 

Gürültülü kahvenin içerlek odasında

Yaşlı bir adam masada iki büklüm,

Önünde bir gazete yapa yalnız.

 

Sefil yaşlılığın ezikliği içinde

Düşünüyor ne kadar az çıkardı hayatın tadını

Güçlü olduğu yıllar, yakışıklı

 

Biliyor, nasıl yaşlandı; farkında, görüyor her şeyi,
ama gençlik yılları daha dün gibi
geliyor ona. Hayat ne kadar kısa, ne kadar!

Düşünüyor; Bilgelik denen şey nasıl da aldattı onu;
nasıl hep güvendi- ne çılgınlık!-
" Yarın, bol bol zamanın var" diyen o yalancıya.

Dizginlediği coşkular geliyor aklına; gözden çıkardığı
onca sevinç. Yitip gitmiş her fırsat
Şimdi alay ediyor kafasız sağgörüsüyle.

Bunca düşünce, bunca anımsayış
başını döndürüyor yaşlı adamın.
Ve gidiyor gözleri
kahvenin masasında iki büklüm.


İskenderiye şarap cenderesi gibi büyük bir aşk cenderesidir, cenderenin öte ucundan çıkanlar ya hasta ya yalnız insanlar ya da peygamberler-yani cinsellikleri çokça yaralanmış kişiler-. Bizi kendine bitki örtüsü yapmış, ruhumuza kendimizin sandığımız çatışmalarını ekmiş olan kent sevgili İskenderiye! Bedelini ödemek biz çocuklarına düşse de yargılanması gereken bu kentin kendisidir."




Kavafis gibi Durrel de cinsel seçiminde kimliksizdir. Ancak tüm kimliksizler gibi korkusuzdur-pervasız ya da arsız mı demeliyim-;

 

Ruhunu güçlendirmek isteyen

Aşmalı bağlılık ve saygıyı.

Kimi yasalara uysa da

Çoğu çiğneyecek,

Yasayı ve alışılmışı, çiğneyip geçecek

yerleşik dar kalıpların ötesine.

Tensel hazların öğreteceği çok şey var ona.

Yıkıcı eylemden korkmamalı

(evin yarısı yerle bir olacak elbet)

Bu yoldan erdemle boy verilir bilgeliğe.

 

Bir zamanlar evinin yarısını arayan bir adamı hikâye eder kentin yaşlısı-lakin aradığı hangi yarıdır bilinmez,

 

Okumaya gelmişti. Önünde açık kitaplar,

Tarihçiler, şairler.

On dakika zor dayandı,

Sonra bıraktı okumayı. Şimdi uyukluyor

Sofada. Kitaplara verdi kendini-

Ama yirmi üç yaşında ve çok yakışıklı

Ve bu ikindi geçti Eros

Kusursuz teninden, dudaklarından.

Safi güzellik olan teninden

Geçti erotik bir sıcaklık

Saçma bir utanç duymadan zevkin aldığı biçimden...

 

Rivayete göre bir ara meşhur Plotinus'un hocası Ammonius Sakkas'ın -hani şu hamallıktan filozofluğa terfi eden- öğrencisi bile olmuş bu arayan adam;

 

İki yıl Ammonius Sakkas'ın öğrencisi oldu,

Ama felsefeden de sıkıldı Sakkas'dan da

 

Sonra siyasete atıldı.

Onu da bıraktı; budalanın biriydi vali

Çevresinde asık yüzlü, kalın kafalı memurlar;

Acınası zavallılar, Yunancaları barbar oğlu barbardı.

 

Kilise ilgisini çekti

bir parça, kendini vaftiz ettirip

Hıristiyan olmaya kalkıştı. Ama çok geçmeden

düşüncesini değiştirdi. Putperestliğe düşkün

büyükleriyle bozuşurdu ozaman;

bolca verdikleri harçlığını da

şıp diye keserlerdi-korkunç bir şey

 

Yine de bir şeyler yapmalıydı,

İskenderiye batakhanelerine dadandı,

düşkünlüğün gizli yuvalarına.

Kader bu yolda yüzüne gülmüştü;

Ender güzellikte bir yüz bağışlamıştı ona.

O da bu Tanrı vergisinin tadını çıkarıyordu.

 

Güzelliği bir on yıl daha dayanırdı

olsa olsa; ondan sonra

Belki yine Sakkas'ın yanına dönerdi.



Yaşlı adamın-Kavafis yani- böyle söylediğine bakmayın güzelliği tüketince gideceği yer Sakkas yani felsefe değil doğal olarak şiir olmuş;


Gövdemin ve yüzümün yaşlanması

Amansız bir hançerin yarası.

Dayanacak gücüm kalmadı artık.

Sana sığınıyorum, şiir sanatı,

Sen ki anlarsın az çok devadan

Sözlerle, düşgücüyle bilirsin acıları yatıştırmayı.

 

Amansız bir hançerin yarası,

sun devanı şiir sanatı,

bir an için yarayı unutturan.

 



Ama çoktan tüketmişti zaten güzelliğini. Güzelliğin bir on yıl daha dayanacağını hesap etmek, o amansız hançer yarasını beklemenin kendisi az bir maraz mıdır? Beklemek zulüm etmektir. En çok da kendine. Amansız hançerin barbar eli içinden çıkıp gelecektir er geç;

 

Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?

 

               Bugün barbarlar geliyormuş buraya.

 

Neden hiç kıpırtı yok senatoda?

Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?

 

               Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.

               Senatörler neden yasa yapsınlar?

               Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.

 

Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,

şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,

başında tacı, törene hazır?

 

               Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,

               onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.

               Bir de koca ferman hazırlatmış

               ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.

 

İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle

işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?

Neden böyle yakut bilezikler, parlak,

görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?

Ellerinde neden böyle altın,

gümüş kakmalı asalar var?

 

               Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,

               onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.

 

Ünlü konuşmacılarımız nerde peki,

neden her zamanki gibi söylev çekmiyorlar?

 

               Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,

               onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere.

 

Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?

(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)

Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,

neden herkes dalgın dönüyor evine?

 

               Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.

               ve sınır boyundan dönen habercilere göre,

               barbarlar diye kimseler yokmuş artık.

 

Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?

Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.


                Yaşlı adamın bu şiiri Coetze'ye esin kaynağı olmuş ve koca bir romanda şiiri şerh edivermiş. Aslında ilk esinlenen Buzzati olmuş bana sorarsanız- her ne kadar Kafka'dan esinlense de- ya da bir orta yol kabilinden şöyle denebilir: Kafkanın ilham perisi ile Yaşlı adamın ki bir yerlerde ayaküstü laflamış olabilirler. Her neyse, yalnız şurası açık ki Coetze'nin yargıcı(Barbarları Beklerken romanındaki ana karakter) içimizdekinden gayrı barbar mevcut bulunmadığını anlar ve vicdanını dindirmek için çizgileri ihlal eder. Yaşlı adam buna "hayır demek" der;

 

               Kimileri için bir gün sırası gelir

               O büyük evet'i ya da büyük hayır'ı demenin

               Kim ki evet'i yanında hazır

               Hemen belli eder kendini ve der demez

               geçer yoluna saygınlığın, kendi inancının

               Hayır diyen pişmanlık duymaz bundan, bir daha

                               sorulacak olsa

               -hayır diyecektir yine. Ve işte bu hayır-

               Bu haklı hayır- ezip geçer onu hayatı boyunca


 

Ömrünü İskenderiye'de Lepsius Sokağı 10 numarada geçiren bu münzevi kendini sürgün olarak tanımlarken kast ettiği kendisimidir yoksa İskenderiye midir? Bilinmez!

 

Hala eski İskenderiye. Biraz yürü

Hipodroma giden düz yol boyunca

Şaşar kalırsın gördüğün saraylar

Anıtlar karşısında

Onca savaş ve yıkım ve küçülmüş haliyle

Kent yine de güzel

Sonra gezintiler, kitaplar

Ve nice uğraş, nasıl da geçiyor zaman

Akşamları beşimiz(tabii takma adlarla)

Ve kentte kalmış birkaç Rum

Deniz kıyısında buluşuyoruz

...

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile