“bir kardeş Tanrı tarafından sevilir,

diğeri hor görülür.”

 

 

 

Yazar: Volkan Durmaz

 

Yönetmenliğini Milos Forman’ın yaptığı 1984 yapılı “Amadeus”, 18. yüzyılda Viyana'da yaşayan Alman besteci Wolfgang Amadeus Mozart ile yine aynı dönemde İtalyan Sarayının bestecisi olan Antonio Salieri'nin başından geçenleri anlatıyor.

 

Film, bir nevi, Salieri’nin Mozart’a olan tarifsiz kıskançlık ile zamanla şeytanlaşması arasındaki serüvenin de hikayesidir.

 

 

“Amadeus” aynı zamanda Wolfgang Amadeus Mozart'ın hayatını merak edenler ve deha besteci hakkında fikir sahibi olmak isteyenler için bir ilaç niteliğinde… Tanrı’ya sıkça ironiler düzülen yapımda Salieri’nin varoluşsal psikolojisi ise görmezden gelinemeyecek kadar müthiş…

 

Film, Viyana Sarayının Baş Bestecisi olan Antonio Salieri’nin bir tımarhanede pedere günah çıkarmasıyla başlar. Salieri, Pedere içini dökerken Mozart’a yıllarca duyduğu kıskançlığın kendisini nasıl şeytanlaştırdığının hikayesini de anlatmış olur.[1]

 

 

“O benim putumdu”

“Mozart… İsmini uzun zamandan beri biliyordum. Ben oyuncaklarla oynarken, o kralların, imparatorların önünde müzik yapıyordu.

Hatta Roma’da Papa’nın huzurunda…

Kabul ediyorum, hakkında söylenenleri duyunca onu kıskanıyordum.”

 

Buram buram tarih kokan filmde, o yılların antika porselen bir tabak zerafetinde Viyana’sı, rengarenk kostümler ve saray dünyası…

 

 

Tom Hulce’nin başarıyla canlandırdığı Mozart’ın o akıllarda iz bırakan gülüşü, dahi bestecinin karakterinin de filme müthiş bir yansıması sanki…

Mozart… Şımarık bir deha… Delice kahkahalar atan…

 

Ama Salieri onu ilk olarak şöyle tanımlıyor:

 

“Sanki duyduğum Tansı’nın sesiydi.”

 

Filmdeki baskın karakterler tarihte iz bırakmış kişiler olunca filme tutunuyorsunuz adeta...

 

(Bu arada filmde zaman zaman Türklere de vurgu yapılıyor: Amadeus’un krala yaptığı ilk opera Türkiye’de bir haremde geçiyor. Bir sahnede ise Salieri’nin öğrencilerinden birisi o sene Türk kıyafetlerinin moda olduğundan bahsediyor.)[2]

 

Mozart, bir bestesini saraya sunarken şu ifadelerle karşılaşır:

 

- Lütfen biraz alçak gönüllü olun. Viyana’daki tek besteci değilsiniz. 

 

Mozart: Ama en iyisiyim!

 

Mozart’ın besteleri onu ölesiye kıskanan Saileri’ye göre tam manasıyla inanılamaz ve müziğin doğal bir fışkırmasıydı. Mozart’ın notalarında hiçbir yerde düzeltme yer almıyordu. Tüm notalar kafasındaydı.

 

“Sanki birisi ona yazdırıyormuş gibi…”

 

Ve müzikleri, hiçbir müzikte olmadığı gibi bitiyordu.

 

Bir notanın yerini değiştirin, değeri azalıyordu.

 

Bir cümleyi değiştirin, tüm yapı çöküyordu.

 

“Şimdi anlıyordum ki Başpiskoposun sarayında dinlediğim bu sesler bir rastlantı değildi. Bir kez daha Tanrı’nın sesiydi. Mürekkebin titiz devinimlerini inceliyordum. Hepsi de mutlak bir güzellikti. ”

 

 

Salieri, Mozart’a bu yeteneği veren Tanrı’yı artık kendisine düşman görmekteydi. Bir sahnede oturduğu yerden doğrularak duvardaki haçı indirecek ve şöminede yanan ateşe atarken şöyle diyecektir:

 

“Bundan böyle düşmanız. Sen ve ben... Çünkü enstrüman olarak kendine bu utanmaz, ahlaksız ve çocuksu ukalayı (Mozart) seçtin. Bana da yalnızca onun müziğinde sesini tanıma yeteneği verdin. Çünkü haksızsın. Eşit değilsin. Acımasızsın. Sana engel olacağım. Yemin ederim.engel olacağım ve yarattığını yaralayacağım. Bütün gücümle…”

 

Filmde Amadeus, Çağının yozlaşmış saray duvarlarını çatlatan tavırlarıyla “ahlaksızı” oynuyor, zaman zaman soylu kesim ve krala göndermelerle de sınıfsal farklılıklara karşı vuruyor.

 

Saraydan habersiz yazdığı “Figaro’nun Düğünü” de bunlardan bir tanesidir. Ancak bu çalışması kralın kulağına gider ve kral bu eserini yazmasını engeller. Ne de olsa eserde fakir halkı isyana teşvik vardır.

 

Mozart: Zararlı herşeyi kaldırdım. Siyasetten nefret ederim!

 

Majesteleri: Korkarım kis afsınız. Böylesine karışık bir dönemde, halkın yada soyluluğun bir oyunla kışkırtılmasına izin veremem!

 

- Neden yeteneğinizi karmaşaya atmalı? Sonuçta kendinize yüce konular seçebilirsiniz.

 

Mozart: Yüce! Ne demek yüce? Ben artık bunaltı duyuyorum yüce şeylerden. Eski ölü efsanelerden… Neden sonsuza dek yazıp durmalı tanrılar ve efsaneler üstüne?

 

- Çünkü eskimiyorlar. Ve ölümsüzler. Bir şeyi temsil ediyorlar: Ölümsüzlüğü… Opera bizi yüceltmek içindir Mozart. Sizi ve beni, hatta Majesteleri…

 

Mozart: Kim Herkül’ün, Horatius’un,Orfeos’un yerine kuaförünü dinlemeyi yeğlemez? Yüce de olsalar sanki mermer sıçıyorlar!

 

Mozart: Özür dilerim Majesteleri. Kaba bir insanım. Ama inanın müziğim kaba değil.

 

 

Bir operasında Wolfgang, Babasına (Leopold) herkesin önünde oğluna (kendisine) suçlamasını buyuruyordu. Oyunda karakterleri anlamlandırabilen tek kişi ise müziğine tutkuyla ve kıskançlıkla bağlı olan Salieri’ydi. Ona göre bunu görmek muhteşem ve dehşet bir şeydi.

 

Salieri (Don Giovani’yi kastederek): “Notaların önünde hayrandım ve tek bendim müziğini anlayan…”

 

Salieri, Mozart’ın ölmüş babasını hatırlatan siyah, gizli bir kılığa bürünerek bir gece ansızın Mozart’ın kapısını çalar ve ondan “Ölüler için bir ayin” yazmasını ister. “Duayı hakeden ve dua edilmemiş bir adam için” bir ayin… Bu şekilde Mozart’ı yavaş yavaş yıpratacak ve öldürecekti. Mozart’ın son bestesi de aslında kendisi için yazılmış olacaktı.

 

Salieri: “Mozart’ın küçücük tabutu ortada… ve peşinden sessizlik içinde müzik… Tanrısal bir müzik… Herkesi kuşatıyor… Yüce bir ölüler ayini… Wolfgang Mozart için ölüm duası… Fedakar arkadaşı tarafından bestelenmiş… Antonio Salieri… Ne yücelik! Ne derinlik! Baştan sona dinsel acı! Salieri sonunda Tanrısal ilhama ulaştı. Tanrı bile dinlemek zorunda. Engelleyememekten aciz! Ben ilk kez ama sonunda ona (Tanrıya) güleceğim! ”

 

Filmde Saileri, zaman zaman Mozart’ın eşsiz yeteneği için “Tanrı’nın neden onu seçtiği” ni sorgulaması ve buna isyan etmesine tanık oluyorsunuz. Saileri kendini tutamıyor ve nihayet kendisine düşman olarak tanrıyı seçiyor. Bir sahnede eline aldığı haçı, şömineye atıyor.

 

Saileri: “O gülen Mozart değildi; tanrının ta kendisiydi!”

 

Filmde gerçek varoluşu yakalayan Mozart şüphesiz… Salieri, uzun yaşayan lakin var olmamış bir sanatçı... Yıllar sonra bir iz bırakamayacak olmanın üzüntüsünü taşıyan bir müzik adamı.

 

Film Salieri’nin gözünden Mozart’ı anlatıyor bize, olabildiğine doğal olabildiğine realist. Önemli bir güruh daha var bu seyirlikte, körler… İşte biz körler, böyleyiz, çarşımızda ayna satılmamalı bizim.- İnsanlar o denli aynıydılar ki , “farklı” yı yanlış bellediler , bizden olmayana “recm” dediler. Yaşadığı zaman diliminde parlayan , sonra pek de önemsenmeyen bir yetenekti Amadeus… Ondaki farkı, yeteneği fark eden, sıradanlığını kabul edecek derecede farklı bir müzik aşığıydı Salieri. [3]

 

Son sahnede Amadeus'un hasta haliyle Salieri'ye Requiem'i yazdırışı sırasında kendinizden geçersiniz. Bu sahne belki de insanın kendi şeytanına duyduğu aşkı anlatır! Requem, ölümle güzelleşir.

 

 

Kısacası muhteşem yönetmeni, harika senaryosu, ustaca kurgusu ve bir o kadar muhteşem oyunculukları ile teknik açıdan zengin bir başyapıt olan Amadeus, bir şaheser niteliğinde…

 

Yada gülüşü ile hayran bırakan bir dâhinin, kıskançlığı ile insanın kanını donduran rakibi ile muhteşem uyumu da denilebilir…

 

Yönetmen Forman, “Amadeus” u hiçbir zaman Mozart'ın gerçek biyografisi olarak sunmak istemese de başarılı bir biyografi olduğu herkes tarafından kabul edilir.

 

Forman’ın, kifayetsiz muhterisliği ve doğal adaletsizliği tüm çıplaklığıyla anlattığı filminde dramatik anlatımın İncil'deki Habil ve Kabil hikâyesinden esinlendiği belirtilir.

 

Filmde Mozart’ın yanı sıra Salieri’nin varoluşu betimleyen muhteşem psikolojisi daha çarpıcıdır. Tanrı, kimilerini kıskançlıkla kaplanmış intikam isteği ile doldurur. Ne de olsa “bir kardeş Tanrı tarafından sevilir, diğeri hor görülür.”



[1]“…jealous Salieri trying to hinder Mozart's career.” "See his obituary reprinted in Alexander Wheelock Thayer, Salieri: Rival of Mozart (Kansas City 1989)".

[2] Dakika 34 (Kralla yüzleşme) ve Dakika 37 (Salieri’nin öğrencisi ile sohbeti).

[3] D. D., 28 Nisan 2011.