"Acıda zevklerin en haz verici olanı saklıdır" diyor Dostoyevski.



Şairin dediği gibi "kafa kemiklerimi eritinceye kadar." düşünmeye değer. En iyi öğrenme yolu acı çekmekten geçer diyenler haklı mı yoksa?

 

Hayata hesap sormalı mı? "Kuralları biz koymuyoruz" diyen Tarkovski'ye kadın gazeteci merakla soruyor: "O halde kim koyuyor?" Üstad konuşmadan tebessümle yukarıyı, gökleri işaret ediyor. O halde neden en büyük sorgulamalar onun objektifinden çıkıyor? Sanırım hazretin bir farkı var bizden; biz arıyoruz, o iz sürüyor. Bazılarının derdi sadece aramak, arayış hiç bitmemeli onlar için. Bazıları daha zoruna talip, arıyor, buluyor, bulduğunu bir daha arıyor, bu sefer anlamak ve yaşamak (yani koruyarak sürdürebilmek) istiyor. Ne zor!... Hayatının orta yaşların doğru ilerledikçe memnuniyetsizliği artan birinin bazen kendini çift kişilikli bir Dostoyevski kahramanı sanmasını olan karşılamalı. Hele ki içindeki Öteki ile baş edemeyen Bay Golyadkin'i okuduktan sonra. Zaten Toynbee dememiş miydi: "Bundan sonra yapcakları iki şey var; ya cinnet ya intihar." Olduğumuz kişiyle olmak istediğimiz kişi arasında gidip gelerek yaşamımızı sürdürecek olmamız ne büyük talihsizlik. Ne diyelim, her insan yaşadığı çağın çocuğudur. "Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar" demiyor 21. yüzyıl insanı. Bütün motorlar benim olsun istiyor.

 

Kimi insan vardır, aslında çok basit biri gibi -tabiat ana nasıl buyurduysa öyle- yaşamak ister ama başına gelen olaylar onu hayatı sorgulamaya iter. Sorgulama dediği şey özünde para ve cinselliktir. Yani herkes gibi olmak. Böyle insanların karşısına mutlaka bir kötü gün dostu çıkar, kalbini ve zihnini ferahlatıcı sözler ve kendi yaşantısından örnekler sunar ona. Aslında raydan çıkmış bir yolcuyu tekrar rayların üzerine koyuncaya kadar süren bu dostlukların pek bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Unutulması da kolay olur, inkâr edilmesi de. Hani demiş ya, "dostluk karşılıklı iki insanın içindeki pislikleri akıtmasıdır", tek başına başaramadığın boşalmayı seni bütün pisliklerinle kabul edecek bir kap bulunca kolayca yapar, rahatlarsın ve sonra pisliklerinle doldurduğun kabı, yani dostunu görmek dahi istemezsin. Sana bir zamanlar ne çaresiz bir insan olduğunu hatırlatır ve moralini bozar. Zaten çoğunlukla, seninle dünyası uyuşmayan -hayatın anlamı üzerine düşünmekten hayatı yaşamaya fırsat bulamayan- bu insanı unutan kişilerin sorgulamalarından korkulmaz. Hayata hesap sorarken yaptığı iş aslında "Neden ben de herkes gibi mutlu olamıyorum?"dan öteye gitmez. Haklıdır, mutlu olmak istiyordur, olunca da senin gibi bir huzursuzla işi kalmaz.

 

Kimi insan vardır, asla tatmin olmak bilmeyen bir ruhun sancılarıyla yaşamaktan başka çaresi yoktur. Alnına yazılmış olandan kaçması imkânsızdır. Su kıyında oturan yazarımız diyor ya, "Bazılarının kaderi sürgündür." Durmadan bir şeylerin peşinde koşan bu insanların, sahip oldukça mutsuzlukları artar. Kovladıkça kaçan ateş böceğidir onlar için hayatın anlamı. Bir sürü aşkı, tutkusu olan bu insanın işi gerçekten de zordur. Hepsini yaşamak ister, ama sadece birini yapabilmektedir, onu da şöyle böyle. Farkındadır, bitmeyecek sancı, sular ala durulmayacak. Farkındalıklar onu rahatsız etmez, acılarından nasıl olsa mutluluk çıkarmayı öğrenmiştir. Aşkla, tutkuyla bir işe koştuklarını, muhteşem bir ilişki yaşadıklarını ve hep neşeyle, heyecanla, zevkle gülümsediklerini görürsün. Heyhat! Artık dibe vurmaktan yorulmuş, hayatla arasındaki hesap artık derinlerde seyrettiğinden istese de dış dünyaya yansıtamaz ağrılarını. (Sanki kalp ağrılarını duyan kaldı da!..) Hayretle izlediğin heyecanını inatla sürdürür, bol esprili güzel sözlerle süslü konuşmaları bitmek bilmez. Ancak sen ikide bir saate bakıp, baktın anlamıyor, kalkmaya yeltenirsen o da bırakma vaktinin geldiğini anlar. Neden güzel olan her şey kısa sürer ki!

 

Ah keşke, bir yarım saat içinde konuşup rahatlayabilecek dertleri olsa! Nasıl ki insan bedeni beslenme yetersizliğinden yorgun düşer, hastalanırsa, o da yeni fikirlerle (ki bunların çoğu zehirli fikirlerdir) ruhunu beslemediği andan itibaren bunalımlara sürüklenir. Bakarsın hayat birden öyle bir anlamsızlaşır ki, bir şairin dediği gibi, "Bastığım yer çökecek ve içine düşeceğim" korkusuna saplanır. Akıllı genç kızlar ve mantıklı erkekler bu tür insanlardan (istese de istemese de) uzak dururlar, çünkü onları celbeden hiçbir yönleri yoktur. Alt tarafı herkesin yaşadığı gibi yaşamayı beceremediği için konuşmalarından çoğu insan bir şey anlamaz zaten. Fazla içeride veya fazla dışarıda oldukları hayat bir türlü sunmaz kendini ona. Kazandıkça iştahı kabaran bu kumarbaz ruhlu kişilere bulaşmamak en iyisi. Sizi kendi dünyalarına çekmeyi bir başardılar mı, geri dönülmez yola girdiğinizi anlamanız uzun sürmez. Ancak bütün umutlarınızı kaybettiğinizde konuşabileceğimiz bu insanların sayısı iyi ki azdır...

 

Kimi insan vardır, amacı sahiden de gerçeğin tadını almaktır. Bulutların arasından sıyrılıp ışığını bütün dünyaya yayan ay ışığı gibi çilesini çektiği bütün fikirlerin içinden geçip, artık soru sordurmayacak gerçeğe ulaşmak için ne gerekiyorsa yapar. Öyle bir cesaretle atılır ki yangın yerine, önce merhamet sonra öfkeyle yaklaşırsınız gördüğünüzde. Sizin de menfaatlerinize dokunmaya başladığı anı seçmeniz bir tesadüf müdür acaba? Çare yok, bu insan taşları yerinden oynatmaya gelmiştir. Söyleyecek sözleri vardır ve söylemeden yapamaz. Kınamalar, taş koymalar, iftiralar su gibi akmaya başlar. Halbuki o, sizin aydınlık gibi görünen karanlık dünyanıza küçük de olsa biraz aydınlık katabilmek için ne karanlıklarla cedelleşmektedir!... Yazdıkları deli saçması, konuşmaları suç unsuru olarak görülmeye başlar başlamaz artık çaresiz olan o değildir. Dibini görmediği şeyi uçurum zanneden kalabalıklar düşünsün. Bir hesaplaşma içindedir besbelli. Hayata elbette hesap sormalıdır, gelip geçen bu ömür bir kuru heves değildir ya, olmamalıdır da. İnsanlar onu kınıyormuş, hakkında ileri geri konuşuyormuş, ne gam! Gerçeğin tadını alan kişiyi hangi yalanla durdurabilirsiniz ki! Ne iktidar, ne makam, ne para ve tabi ki ne de şehvet bu tadın yerini alamaz. Hayatımıza yön verenler insanların yaşamlarına bakıp aynı hayatı yaşamaya kaçımız razı olur?

 

Kendini kandırmak isteyenlere kimsenin sözü olmaz. "Halk kandırılmak ister, o halde kandırılsın" Asıl sorun kendini kandırmayı başaramayıp, vicdanının sesine dayanamayıp, peşine takılıp gidebileceği bir yalan bulamayanlarda.

 

Öyle veya böyle hepimizi bir şekilde uçurumun kenarına getirip bırakan hayata elbette hesap sormalıdır, hem de bir an bile gecikmeden. Ne de olsa "küfre yaklaştıkça inancı artan" insanlarız...          

 

 

         

 

  

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile